
Alev ALATLI / Yazar
Röportaj
Yazar Alev Alatlı ile dünyada etkili olan yeni tip koronavirüs nedeniyle yaşanan salgın sürecini, bu sürecin bir sonucu olarak insanlara sunulan “Yeni Normal” kavramını ve gerçeklik kontrolünü konuştuk.
TRT Akademi: Pandemi sürecinin en gözde konusu “Yeni Normal” kavramı ile başlamak istiyoruz. “Yeni Normal” bir gerçeklik mi, bir dayatma mı?
Alev Alatlı: Doğrusunu isterseniz “Yeni Normal”den tam da ne anlamam gerektiğini kestirebilmiş değilim. Buna karşın salgın sürecinin zorunlu kıldığı uzun süreli evde kalma, seyahat kısıtlaması, hijyen kurallarına dikkat, maske, doğrudan temasın engellemesi gibi düzenlemelerden bahsediyorsak bunlar bir “gerçek”in dayattığı davranış biçimleridir. Kovid-19 bir gerçektir, daha fazla yayılmasını önlemek için alınması gereken tedbirler de öyle. Diyeceğim, varsa bir “dayatma” o da virüsün “dayatması”dır. Öte yandan, her maraz gibi Kovid-19 da yaşam biçimimizde birtakım değişiklikler yaratacaktır ama bana sorarsanız ne bu salgın kalıcıdır ne de günümüzdeki tedbirler. Salgın geçince yaşam pratiğimiz eski haline rücu edecek, “eski normal” geri gelecektir.
TRT Akademi: Salgınla birlikte konuşulan bir başka kavram: Eşitsizlik. “Virüs değil, eşitsizlik öldürüyor.”, “Virüs değil, cehalet öldürüyor.” şeklindeki yorumlara dair neler söylemek istersiniz?
Alev Alatlı: Kovid-19 yerleşeceği bedeni seçmiyor. Kendisi hayatta kaldığı sürece, yani yaşamak için sömürdüğü insan bedeni ölüp gömülmediği sürece, Boris Johnson da bir, bir deri bir kemik Somalili bebek de bir. Bu bağlamda eşitsizlik söz konusu değil, henüz aşısı bulunmadığı için birilerinin yakalanmasınlar diye kayrılıyor olmaları da söz konusu değil. Sorun, tedavi sürecinde, yani gelişmiş ülkelerin yoksulları dışlayan sağlık sistemlerinin yapılanmalarında. Ne kadar paran varsa o kadar tedavi görüyorsun. ABD’de 27 milyon vatandaşın hiçbir sağlık güvencesi yok. Sosyal sigorta sistemleri yok, bireysel sigorta primlerini ödemek de yüksek meblağlar istiyor, çünkü sigorta şirketleri özel. Kimseyi bedava sigortalamıyorlar. Hasılı, paran yoksa kaldırım köşesine kıvrılıp gözlerden uzak titreye titreye ölüyorsun. Sosyal devlet anlayışı kapitalizmin zıddıdır. Dahası kapitalizmi şiar edinmiş ABD gibi ülkelerde “komünizm” korkusu öyle sahicidir ki halklar bugün bile ücretsiz sağlık gibi, eğitim gibi toplumsal esenliği önceleyen devlet girişimlerini bireysel yaşam biçimine müdahale sayar, reddederler. Amerikan’ın en yoksul kesiminin Trump’a oy vermiş olmasının nedeni de budur.
TRT Akademi: Türkiye’de ve dünyada eşitsizlik ve cehalet, salgın sürecinde nasıl yansımalara yol açtı?
“Cehalet” için de aynı saptamayı yaparım, Kovid-19 âlimi de öldürür, ümmiyi de. Her marazda olduğu gibi erken teşhis burada da önemlidir. Cahil ya da değil, deyin ki kişi, ateş gibi, öksürük gibi normal olmayan bedensel arazların farkına vardı. Ne yapacak? Hekime müracaat, cepte paranın ötesinde alışkanlık gerektirir. Alışkanlık, yani yakınlarda bir yerde, paranız da olmasa sizi kabul edecek, kötü muamele görmeyeceğiniz bir sağlık ocağının ya da hastane acilinin var olduğu bilgisi. Türkiye’de bu var. Şükürler olsun, birkaç sokak arayla ya bir sağlık ocağı ya da hastane ille de var. Dahası, Türk insanının doktora gitme alışkanlığı var, hatta bazen aşırı biçimde var. Hatırlarsanız salgından önce, başı ağrıyanın acile gittiği anlatılır, en ufak bir sayrılıkta MR çekilsin istediğinden yakınılırdı. Görünen o ki ABD ve Avrupa ülkelerinin çoğunluğunda meğerki sahiden varlıklı olsunlar, insanlar doktora gitmeyi düşünmediler bile. Türkiye’de ücretsiz olan tedavinin ABD’de 20 bin dolar (çarpın kurla bakın ne sayı bulacaksınız) olduğunu düşünün. Türkiye Cumhuriyeti’nin sağlık ve sosyal güvence sisteminin ülkenin tümünü kapsayacak şekilde çözmüş olması doğrusu iftihar edilesi bir başarıdır.
TRT Akademi: İnfodemi DSÖ’nün salgın başından itibaren en çok önemsediği konular arasında geliyor. Evde kalma psikolojisi ile zorunlu sosyal medya kullanımı, Misinformation, Disinformation vb. kavramlar etrafında gerçeğe ulaşmanın ve onunla hareket etmenin zorlaştığını da görüyoruz. Siz, “Gerçeklik Kontrolü (Reality Check)” kavramını önemsiyorsunuz. Bu süreçte gerçeklik kontrolünü nasıl yapmalıyız?
Alev Alatlı: : Yanlış hatırlamıyorsam “infodemi” dediğiniz, Dünya Sağlık Örgütünün yakın zamanda Kovid-19’a dair ürettiği bir sözcüktür. Bir soruna, o sorunun çözülmesini güçleştirecek kadar çok bilgi/malûmat yüklenmesi anlamına gelir. Nitekim salgın ilk duyulduğundan beri hakkında söylenmedik kalmadı, adeta gıybet kumkuması oldu, dillere düştü. Gezegende ilk kez böyle bir pandemi yaşanmışmış gibi, Allahutaala’nın laneti olduğunu söyleyenler bile çıktı. Doğrusu, bu hâli sizin de belirttiğiniz gibi evde kalma zorunluluğuna verir, iç sıkıntısının körüklediği bir vesvese olsa gerek diye düşünürüm. Hayaletli, zombili o korku hikâyelerinin tecrit ortamlarında ortaya çıktığı bilinir. AVM’de şeytanlı, cadılı hikâye yazılmaz. “Misinformation” diye muhatabını yanıltmak amacıyla bilerek, isteyerek düzenlenmiş yanlış veya natamam bilgiye diyoruz. Bilgiyi saptıran, hasmını yanıltmak isteyen bir devlet kurumu ya da medya organıysa, “disinformation”dan bahsediyoruz, yani “bilgi” gibi göründüğü halde aslında bilgi olmayan. Bu bağlamda, istihbarat örgütleri yaratıcı dezenformasyon yapar. Dönelim korona’ya. Gerçeklik kontrolü, her şeyden önce salgının varlığını söylüyor. Öyleyse sağlığınıza dikkat edin, önerilen önlemleri ihlal edip kendinizi ve çevrenizi gereksiz riske atmayın. Bilmediğiniz konuda atmayın. Basından, televizyondan, hele de sosyal medyadan duyduklarınızın aslını sorgulayın. Rakamları doğru değerlendirin. Örneğin, bir önceki HIV virüsü, AİDS, salgınındaki rakamlarla kıyaslayın, SARS olayına bakın. Her halûkârda arabeskleşmeyin, abartmayın, sakin olun.
TRT Akademi: Salgın döneminde sürecin teknolojik boyutu da konuşuldu. Teknorbarlık, dijital takip, Çin menşeli dijital polis devleti gibi kavramlardan bahsediliyor. Ne diyorsunuz?
Alev Alatlı: Sondan başlayayım: 1984, (George Orwell) yazılmışken Çin menşeli dijital polis devleti kavramına takılmak, olsa olsa “Çin”i günah keçisi ilan gayretidir. Çin’e gelinceye kadar, ABD’nin başını çektiği İngilizce konuşan koalisyona bakın, 1944’ten beri dijital takip düzenlemesi üzerinde çalışırlar. Her duyduğunuzun üstüne atlamayın derim. Maazallah “infodemi”ye yakalanır, en basit bir sorunu çözemez oluruz.
TRT Akademi: Biraz da salgın sonrası için üretilen fikirler hakkındaki düşüncelerinizi öğrenmek istiyoruz. Slavoj Zizek, “İşler normale dönmeyecek. Belki normale dönecek ama kesinlikle aynı normallik olmayacak.” derken Noam Chomsky, “Dünyamızı bekleyen iki tehlike: Nükleer savaş ve küresel ısınma.” uyarısında bulundu. Öncelikle işler normale dönmeyecek tezi ne kadar gerçekçi? Bu bağlamda siz salgın sonrası dünyayı nasıl görüyorsunuz?
Alev Alatlı: Hafızayı beşer, nisyan ile maluldür diyorum, yani insanoğlu unutur. En büyük acılarını unutur. Hiç veba salgını, kolera salgını, çiçek salgını görmemiş, Hiroşima-Nagazaki, 230 bin anında ölüm, bir o kadar radyasyondan ölüm – hasılı sayın artık – yaşanmamış gibi olacaktır. Buna da çare bulunacak, bu da unutulacak. Her şey tam eskisi gibi olmayacak çünkü değişmeyen tek şey değişimdir. Bir de bu salgın, dünya ekonomisinin küçüldüğü bir sürece denk geldi ve işsiz sayılarını kötü etkiledi. Hasarın ne kadarından Kovid-19, ne kadarından vahşi kapitalizm sorumlu iyi ayırmak gerekir ki, sapla saman karışmasın, çare bulmayı daha da zorlaştırmasın. Bir de kehanet: İhtimaldir ki dünya gelir dağılımındaki dayanılmaz bozulmayı Kovid-19’un üstüne atıp insan yapısı ölümcül düzeni aklamaya çalışacaklardır. Dezenformasyon nedir, âlâsını göreceğiz.
TRT Akademi: Bazı uluslararası ilişkiler uzmanları, Rusya’nın petrol gelirlerindeki düşüklüğün getirdiği ekonomik daralma ve Çin tarafından yalnız bırakıldığını düşünmesinden hareketle önümüzdeki dönemde bir Rusya-Çin kavgası beklediklerini söylüyor. Siz olası bir Rusya-Çin kavgası bekliyor musunuz?
Alev Alatlı: Bu söylediğinizi ben “bazı uluslararası ilişkiler uzmanları” bir taşla iki kuş vurmaya, Çin’i ve Rusya’yı eş zamanlı sarsmaya çalışıyor diye okuyorum. Allah’tan her ikisi de güngörmüş kadim ülkelerdir, bu tuzağa kolay düşmezler. Kaldı ki niye birbirleriyle savaşacaklarına ittifak yapıp da Asya’yı sömürmesinler değil mi? Oralardaki Türk Cumhuriyetleri dünyanın en kıymetli madenlerinin üzerinde koyun otlatmakla itham edilirler, bilirsiniz değil mi?
TRT Akademi: Salgının faturası ABD-Çin hesaplaşmasına neden olur mu? Ölen insanların bedelini kim ödeyecek?
Alev Alatlı: Bakın şu işe! Yoksa Trump sizi de mi ikna etti? Kovid-19’u dünyaya yayanların kötü Çinliler olduğuna iman etmediniz değil mi? Ya da Amerikan ekonomisinin, efendim, vahşi kapitalizmin sorunlarından Çin’in sorumlu olduğunu? Bakın, bu iddia en ilkel halk mahkemesinden bile döner. Tabii, iş oraya kadar giderse benim tanıdığım Batılı müttefikler, her an durduk yerde gözünün üstünde kaşın var var diye saldırabilirler. Mamafih, Çin, hacmi itibariyle caydırıcı olabilir. Ölen insanların bedelini kimin ödeyeceği konusuna gelince kara vebanın bedelini kim ödediyse o ödeyecek.