
Tolga AKKUŞ / Dijital İletişim Uzmanı
İnceleme
İnsanlık tarihinde yanlış ya da eksik bilgi aktarımı sonucunda kaos ortamı oluşmasına neden olan birçok olay bulunmaktadır. Dezenformasyon ya da mizenformasyon kaynaklı bilgi kirliliği yüzünden insanlar paniğe kapılıp kendilerine veya topluma zarar verebilmektedirler.
Yanlış anlama nedeniyle çıkan ve teknoloji sayesinde bir anda binlerce kişiyi paniğe sevk eden olayların ilki Amerika’da 1938 yılında yaşanmıştır. Orson Welles, ekibi ile hazırladığı radyo tiyatrosunda dünyayı uzaylıların istila ettiğini anlatırken bir anda büyük bir panik yaratmıştır. Radyoda dinlediği sesin bir radyo tiyatrosu olduğunu bilmeyen binlerce kişi, senaryosu gereği okunan sahte haber metnine inanmış ve sokağa dökülmüştür. Olay sonrası çok sayıda can ve mal kaybı yaşanmış ve uzaylılardan kaçmak için dağlara sığınan insanlar uzun süre şehirlere indirilememiştir.
Teknolojik gelişmeler sayesinde haberlerin yayılma hızı ile kaosun yayılma hızı doğru orantılı olarak artmaktadır. 6 Eylül 1955’te gerçekleşen ve tarihe “6-7 Eylül Olayları” olarak geçen durum yine asılsız bilgilerin hızla yayılması ile gerçekleşmiştir. Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’te bulunan evinin Yunanistan vatandaşları tarafından bombalandığı iddiası üzerine binlerce kişi sokağa dökülmüştür. Bu iddia önce radyoda yayınlansa da “Atamızın evi bombalandı.” manşeti ile ikinci baskısını yapan bir gazetenin etkisi ile kontrol edilemeyecek şekilde büyümüştür. Günlük ortalama 20 bin satış yapan gazete, ikinci baskıda kullandığı manşet ile o gün 290 bin satmıştır.
1 Ağustos 1987 tarihinde çıkan Tan gazetesinin manşetindeki “Sakallı Bebek Panik Yarattı” haberi günlerce halkın gündemini meşgul etmiştir. İstanbul Cerrahpaşa Hastanesinde doğduğu ve doğar doğmaz kıyamet gününün tarihini verip öldüğü iddia edilen bebekle ilgili çıkan haberler sayesinde gazete yüksek satış rakamları elde etmiştir.
“Asparagas” kelimesi TDK sözlüğüne göre “şişirme haber” anlamını taşımaktadır, bu kelimenin kökeni ve dilimize nasıl girdiği ile ilgili birçok tartışma olsa da bunlardan en güçlüsü 14 Haziran 1963 tarihinde Hürriyet gazetesinde yayınlanan bir haber ile hayatımıza girdiğidir. “Amerikalı Kız Türk Sevgilisiyle Bir Gecekonduda Yaşıyor” başlığıyla yayınlanan haberde, üzerinde “azparagas” yazan bir kulübede yaşayan iki genç aşıktan bahsedilse de durumun aslında farklı olduğu anlaşılmış ve bu asılsız haberler basın tarihimizde asparagas olarak anılmaya başlanmıştır.
Olağanüstü durumlarda oluşan panik ortamının etkisi ile yalan haberlerin sayısı artmaktadır, bazı durumlarda da yalan haberler sebebiyle durum olağanüstü bir hâl almaktadır. Eski görüntülerin yeniymiş gibi paylaşılması, yalan haberler ve gündemler üretilmesi, bu işlemlerin profesyonel kişiler tarafından organize edilmesi ve insanların bu bilgilerin doğruluğunu sorgulamadan çevreleri ile paylaşmaları sonucu ortaya çıkan kaos ortamı küçük bir kesime fayda sağlasa da toplumun geneline büyük zararlar vermektedir.
En Büyük Tehlike: İnfodemi
İngiliz Gazeteci Tom Standage, “Viktorya Dönemi İnterneti” isimli kitabında 19. yüzyılda kullanılmaya başlanan telgraf teknolojisinin getirdiği iletişim devriminden bahsederken bugün internetle ilgili yapılan tüm eleştirilerin o günlerde de telgraf kullanımı ile ilgili yapıldığını, sonrasında aynı eleştirilerin radyo ve televizyonun popülerlik kazandığı yıllarda da tekrar edildiğini ifade eder. Geçmiş yıllarda kitlesel olarak yapılan iletişim faaliyetleri günümüzde kişiselleştirilmiş olarak yapılmaktadır. Bu sebeple bu yeni nesil iletişim teknolojilerine, yeni medya veya sosyal medya demek yerine “kişiselleştirilmiş medya” da diyebiliriz. Yakın zamanda web 3.0 sürecinin tamamlanmasıyla kendimizi içinde bulacağımız süreçte verilerimizin anlamlandırılması ile “bizi bizden daha iyi tanıyan” ve bizim için en doğru kararı verdiğini iddia eden algoritmaları konuşuyor olacağız. Bu durum için teknoloji, diktatörlüğünü ilan ediyor dersek abartmış sayılmayız.
Örümcekler, avlamak istedikleri canlının özelliklerine göre bir ağ örer ve avlarını bekler, dijital mecraları barındıran internet ağının durumu da bugün bundan pek farklı değildir. Kullanıcıların tüm beğenilerini bilen; onları ailelerinden belki de kendilerinden bile iyi tanıyan algoritmalar, kendi “dikkat tuzakları”nı kurarak kullanıcıların zamanlarını ve verilerini ele geçirmektedirler. Stiegler’in “hipersenkronizasyon” kavramını anlatırken bahsettiği gibi; hepimizin dikkati farklı yerlere dağılmış gibi gözükse bile aslında hepimiz “aynı ideolojik aygıtlara” benliğimizi ve kimliğimizi teslim etmiş durumdayız.
Sosyal medya mecralarındaki yeni nesil akımlar sayesinde tüm dünya aynı “sanal” gündemin etrafında toplanabiliyor. 2019 yılını hatırlayalım:
- FaceApp uygulaması ile insanlar kendilerini yaşlandırdılar ve sosyal medyada paylaştılar.
- #10yearchallenge akımı ile sosyal medya kullanıcıları 10 yıl önceki ve bugüne ait fotoğraflarını paylaşarak 10 yıllık değişimlerini gösterdiler.
- Jason Statham’ın videosunu izleyip döner tekme ile şişe kapağı açmaya çalıştılar.
Saydığım bu üç konu ile ilgili içerikler izlediyseniz siz de hipersenkronize oldunuz demektir. Ortada bir gündem var ve insanlar bu gündemden kopmak istemiyorlar, bazıları “gerçek zamanlı” içerikler üretiyorlar, bazıları da bu içerikleri tüketerek bu konular hakkında konuşarak tüketiyorlar.
“Senkronizasyon İstenci”
Aynı diziyi izleyenler, aynı maça gidenler, aynı siyasetçiyi takip edenler… Bunun arkasında sosyal psikologlar John Turner ve Henri Tajfel tarafından geliştirilen “sosyal kimlik teorisi” yatıyor. İnsanlar farklı yerlerde aynı gündemin içinde olmak istiyorlar, radyoyu plaktan ayıran, televizyonu da sinemadan ayıran şey “anlık” olması değil miydi? Kitlesel iletişim araçları bizim “anlık” olarak bir araya gelmemizi sağlıyordu, web 2.0 ise “gerçek zamanlı” iletişim kurmamıza imkân tanıyor, artık aynı anda aynı gündemi sadece “anlık olarak” takip etmiyoruz aynı zamanda o gündeme biz de gerçek zamanlı olarak katkı sağlıyoruz, fikrimizi sunuyoruz ve etkileşimde bulunuyoruz. Dominic Pettman, “Sonsuz Dikkat Dağınıklığı” isimli kitabında bu durumu “senkronizasyon istenci” olarak tanımlıyor.
Senkronizasyon istenci sonucunda oluşan “Fear of Missing Out” (Gözden Kaçırma Korkusu) ve “Nomofobi” insanların bu gündeme ne kadar bağımlı olduklarını ve gündemden kopmanın neredeyse dijital bir ölüme eş değer olduğunu görebiliyoruz. Senkronizasyon istenci insanlara: “Dışarıda dijital hayat hızla devam ediyorken ben geride mi kalıyorum, acaba ne kaçırıyorum?” dedirtiyor. Herakleitos’un, “Değişmeyen tek şey değişimdir.” görüşünü destekleyen, “Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz.” sözü bugün sosyal medya platformlarının zaman tünelleri için de geçerli. Aynı sosyal medya akışına iki kez giremezsiniz, sosyal medya bir nehir gibi akıp gidiyor ve yakalamak çok zor, bunu yakalamaya çalışmak ve başaramamak psikolojik sorunlara neden oluyor.
World Wide Web (Dünya Çapında Ağ) teknolojisi sayesinde dünya dijital bir köy hâlini aldı fakat biz toplantı yapmak için hâla uçağa biniyorduk, alışveriş merkezleri dolup taşıyordu yani dijital teknolojilerin vadettiği “dijital devrim” sadece “sanal” dünyada kalmıştı. Dünyaya gerçekten “Global Köy” olduğunu hissettiren “World Wide Web” devrimi değil, gözle görülemeyecek kadar küçük bir virüs oldu.
2020’nin en çok konuşulan konusu hiç şüphesiz koronavirüs…
Bütün insanlar bir virüs ve onun etkileri hakkında konuşurken virüs kadar hızlı yayılan başka bir tehlike daha var: Yalan haberler! Mesajlaşma platformlarındaki ses kayıtları, İnstagram’da üzerinde oynama yapılmış fotoğraflar, Twitter’da yapılan sahte trend topic çalışmaları ve bunun gibi birçok kötü niyetli veya istemsiz bilgi paylaşımı ekonomiden sağlığa kadar birçok alanda bizi ve sevdiklerimizi tehlikeye atıyor.
Bize Ulaşan Bilgi mi, Bizim Ulaştığımız Bilgi mi?
Bugün “bilgiye ulaşmak çok kolay” demek isterdim ama bilgi biz istemesek de bize bir şekilde ulaşıyor, bir bilgi ve bildirim bombardımanı altındayız fakat çoğumuz nasıl korunacağını bile bilmiyor!
Gerçek olmayan bilgiler, dijital iletişim mecralarından aldıkları güçle bir anda bir çığ gibi büyüyor ve kontrol edilemez bir hızla gerçeklerin üzerini örtüyor. Dünya Sağlık Örgütü, Kovid-19 salgınında sağlık çalışanlarının eğitilmesinden tıbbî malzeme teminine kadar birçok alanda çalışmalarını sürdürürken salgında dikkat edilmesi gereken beş önemli konuyu açıkladı, bu konulardan bir tanesi de “infodemi” oldu.
İnfodemi kavramını en basit şekilde tanımlayacak olursak “yalan bilgi salgını” diyebiliriz.
Koronavirüs döneminde yapılan #EvdeKal çağrıları ile sağlıklarını korumak için evlerine kapanan insanlar, bilgi ve eğlence kaynağı olarak kullandıkları internet yüzünden sağlıklarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmış durumdalar. Kovid-19 ile mücadele sürecinde evde kalmak ve dışarıda sosyal mesafeyi korumak kadar önemli başka unsurlar da var. Bunlar, emin olmadığınız bilgileri dijital mecralarda yaymamak ve dijital mecralardaki bilgileri sorgulamadan onlara inanmamak. Yalan içerikler üreten ve yayan kişiler bunu kasıtlı şekilde yapıyor olabilirler, bu duruma dezenformasyon ismi veriliyor. Bu bilgilerin bir kasıt olmadan üretilmesi ve iletilmesine de mizenformasyon deniliyor. Asılsız bilgiler üretmek insanları paniğe sevk etmekte ve toplumlara zarar vermektedir. Bu bilgileri üretmek de paylaşmak da büyük bir suçtur. Post-truth, fake news, dezenformasyon, tık avcılığı, bilgi kirliliği, mizenformasyon, sahte haber, asılsız bilgi ya da siz ne demek isterseniz…
Eski günlerde bir bilgiye ihtiyaç duyduğumuzda gazeteden kuponla aldığımız ve salonun başköşesinde bulunan dolaba yerleştirdiğimiz ansiklopedilere bakardık. Ansiklopedilerde önce aradığımız harfi sonra da kelimeyi bulurduk ve notlarımızı alırdık. Bundan yirmi sene öncesine kadar, “Acaba bu bilgi doğru mu?” diye kaç kere sordunuz kendinize, ansiklopedideki bilginin doğruluğunu sorgulamak kimin haddineydi? Adeta evimizde başımız sıkışınca kapısını çaldığımız bir bilge gibi bizi beklerlerdi. Kalın ciltli ve ağır ansiklopedilerimizi önce kilere, sonra kömürlüğe kaldırdık, onlarla işimiz kalmayınca sobaya atıp yakalım dedik ama artık üzerine kestane koyduğumuz bir sobamız bile yoktu, çöpe gitti.
Algoritmanın İşlevi, İnsanın Görevi
İnternet bize hiçbir zaman doğru bilgi sunmayı vadetmedi, biz ona bu anlamı yükledik ve şimdi de tüm suçu internete atıyoruz. İnternetteki bilgileri doğru veya yanlış olarak sınıflandırmak, algoritmaların değil insanların görevidir ve bunun için de internet kullanıcıları yeni medya okuryazarlığı konusunda kendilerini geliştirmelidir.
Hızdan ve konfordan uzak bir karantina süreci yaşadık. En büyük motivasyonumuzun “hayatta kalma isteği” olduğu bu dönemde, teknoloji bizimle ters orantılı bir süreç yaşadı ve birkaç yılda yaşayacağımız gelişmeler, birkaç ayda yaşantımızın içine hızlıca yerleşti. “Online” 2020 yılında muhtemelen en çok konuşulan kelime olacak. Bu demektir ki iş, aile ve özel hayatımız değişecek. Algoritmanın etki alanı genişlerken irademizin (yani özgürlüğümüzün) alanı daralacak. Yeni medya okuryazarlığının belki de zorunlu ders olarak müfredatta yer alacağı günler çok da uzak değil. Hem bireysel hem de toplumsal hayatımızda bilgi kirliliğinin, baş etmemiz gereken bir problem, teyit kaynaklarının ihtiyaç duyduğumuz gereken bir imkân olacağını söylemek güç olmasa gerek. Psikologların, “Alışmak zorundayız.” dediği yeni ve derin yalnızlığın kaynağı bazen yanlış bilgiyken çözümü de doğru bilgi olabilir. Bu noktada tercih elimizde, sorumluluk üstümüzde.
Sağlık Bakanlığı, koronavirüsten korunmak için 14 maddelik bir kurallar tablosu yayınlamıştı, ben de infodemiden korunmak için uymanız gereken 14 kuralı derledim:
- Size gelen bilginin veya okuduğunuz haberin kaynağını araştırın.
- Kaynağını bulamadığınız bilgilere her zaman şüphe ile yaklaşın.
- Haberi veya bilgiyi kimin yazdığını araştırın.
- Bilgisine başvurduğunuz kişinin bilgi verdiği konuda yeterince yetkin olup olmadığını kontrol edin.
- Bir bilgi size çok ilgi çekici ve sansasyonel geliyorsa doğruluğundan şüphe duyun ve araştırmaya başlayın.
- Çevrenizle paylaşmadan önce bilginin doğru olup olmadığını kontrol edin.
- Size gelen bilginin veya okuduğunuz haberin tarihini kontrol edin.
- Haberin veya bilginin bir şaka sitesinden alınıp alınmadığını kontrol edin.
- Bilginin doğruluğundan emin olmak için en az üç yerden doğruluğunu araştırın ve içerikleri birbiri ile karşılaştırın.
- Görsellerin üzerinde oynama var mı diye kontrol edin.
- Tersten arama yöntemi ile görselleri daha önce başkasının paylaşıp paylaşmadığını araştırın.
- Çevrenizde size sürekli şüpheli içerikler atan kişileri uyarın ve onları bilgilerini teyit etmeye davet edin.
- Resmi sosyal medya hesaplarının açıklamalarını dikkate alın.
- Yeni medya okuryazarlığı konusunda kendinizi geliştirin.