Yeni Koronavirüs Hastalığının Toplumsal Etkileri Üzerine Bir Değerlendirme


Dr. Seda Güven / Akademisyen/ İstanbul Üniversitesi

Analiz/Yorum

Yakın dönemde tüm dünyaya yayılan yeni koronavirüs salgını kısa sürede küresel bir sağlık sorunu hâline geldi. Salgının süresi uzadıkça ve etkili olduğu coğrafya genişledikçe salgından etkilenen kişilerin sayısı da her geçen gün artış gösterdi. Ağır fiziksel belirtilere neden olabilen virüs sadece bedenleri değil, toplumsal yaşantıyı da etkiledi. Böylece salgının yol açtığı toplumsal etkiler, hastalıkların biyolojik olduğu kadar toplumsal bir olgu olduğu gerçeğini de bizlere hatırlattı. Esasen sağlığın ve hastalığın dar ya da geniş ölçekte toplumsal, ekonomik, siyasi açıdan güçlü bağlamları bulunur. Elbette ki bireylerin karşılaştıkları veya karşılaşma olasılıklarının yüksek olduğu hastalıklar cinsiyet, yaş, kalıtım gibi biyolojik etkenlere bağlıdır. Ancak bireylerin, grupların, toplumların sağlık ve hastalık durumlarını belirleyen pek çok sosyal etken bulunur. Bunlar medeni durum, eğitim, meslek, toplumsal sınıf, yaşam tarzı, inanç sistemleri olarak sıralanabilir. İfade edilen sosyal etkenlere ek olarak toplumsal yapı ve kültürden de bahsetmek gerekir. Sağlık ve hastalık algısı kültürün bir parçasıdır. Bu nedenle sağlık ve hastalık kavramlarını toplumsal yapı, kültür bağlamında incelemek, toplum ve sağlık ilişkisini daha kavrayışlı anlamaya olanak sağlayacaktır.

Yeni koronavirüs hastalığı yayılımı ve önlemler açısından küresel toplumda benzer sonuçlar doğurmuşsa da farklı toplumsal yapılarda farklı yansımaları oldu. Bunun yanında aynı toplum içindeki sosyal-ekonomik belirleyecilere bağlı olarak değişik toplumsal tepkilere yol açtı. O hâlde yeni koronavirüs salgınını yukarıda bahsedilen sağlık-hastalık ve toplum ilişkisi bağlamında değerlendirmeye çalışalım.

&

Yeni koronavirüs salgını sağlık-hastalık ile toplum ilişkisi yanında hastalık sorununun yalnızca biyolojik bozulmadan öte olduğunu belirten güçlü bir örnek olarak görünmektedir. Yakından bakıldığında yeni koronavirüs hastalığının yıkıcı etkileri arasında hastalık ve sağlık olgusunun sosyolojik boyutları da gündeme gelir. Bu boyutlardan biri salgın ile toplumsal yapı arasındaki bağıntıdır. Bu beklenmedik salgın sürecinin gerisindeki toplumsal ve tarihsel bağlamı şöyle açıklayabiliriz: Toplumların yaşam ve düşünce tarzları, üretim ve tüketim eğilimleri değiştikçe hastalık modelleri de değişmiştir. Avcılık ve toplayıcılık ile yaşamlarını sürdüren tarım öncesi toplumlarda sakatlık ve ölümlerin çoğunlukla çevresel etkenler ve av kazaları ile olduğu anlaşılmıştır. Tarımsal üretimin gelişmesiyle enfeksiyon hastalıklarının etkili olduğu bir döneme girilmiştir. 19. yüzyılın sanayileşen ülkelerinde ise hâkim olan hastalıklar yoksullukla ilişkilendirilirken, 20. yüzyılda yaygın olarak görülen hastalıklar varsıllıkla, uygarlıkla ya da yaşam tarzıyla açıklanmıştır. 20 ve 21. yüzyıl toplumlarının hareket azlığı, yeme bozuklukları, çevre ve yaşama koşullarının baskısı ile ortaya çıkan hastalıklarda büyük artış gözlenmiştir. Toplumların özellikle yeni salgınlara hazırlıksız yakalanmalarının nedeni de hastalıkların toplum yaşamına koşut değişen koşullarında saklıdır.

Dünya tarihinin büyük bir bölümünde değişik zamanlarda ortaya çıkan ve farklı nitelikteki salgınlar toplum yaşamını içten etkilemiştir. Öyle ki kolera, veba, sıtma gibi salgın hastalıklar kimi dönemlerde savaşlardan daha çok can kaybına neden olmuştur. Salgın hastalıklar yüzlerce yıl toplumların siyasi, ekonomik ve elbette sosyal hayatlarını etkisi altına almıştır, hatta dönüştürmüştür. Bu nedenle insanlık tarihinin salgın hastalıklar tarihiyle paralel ilerlediğini söylemek yanlış olmaz. Bunun yanı sıra toplumsal değişimlerle birlikte dönemsel üretilen çeşitli salgın hastalıkların olduğu da görülmektedir.

  1. yüzyıla gelindiğinde tıp bilimindeki gelişmeler yoluyla artan birikimle salgın hastalıkların nedenlerinin mikroplar olduğu keşfedilmiştir. Böylece salgın hastalıkları önlemek için insanlık bilimsel bir güç kazanmıştır. Bakteri ya da virüs kaynaklı salgınların önüne geçmek için kamu sağlığını koruyucu önlemler alınmaya başlanmıştır. Temiz gıda ve su, temiz yaşam alanları için kentlerde düzenlemeler yapılmıştır. Aşılar, ilaçlar geliştirilmiştir. Böylece artık salgın hastalıklara karşı mücadelede büyük bir aşama kaydedilmiştir.
  2. yüzyıla toplumlar salgın hastalıkların alt edildiği düşüncesiyle girmiştir. Böylece sağlık riskleri arasında salgın hastalıklara bağlı kaygılar azalmıştır. İnsanlığın salgın hastalıklar karşısında zafer kazandığı düşüncesi ilk büyük darbeyi 1918 yılında ortaya çıkan İspanyol gribiyle almıştır. Salgın öylesine etkili olmuştur ki I. Dünya Savaşı’nın seyrini değiştirdiği bile söylenir. Buna karşın salgın sonrasında bilimsel keşiflerle yaygın bulaşıcı hastalıkların çoğuna karşı etkili araçlar sağlanmıştır. Birçok bulaşıcı hastalığın birer birer ortadan kalkacağı beklentisi yaygınlaşmıştır. Gerçekten de çiçek hastalığına karşı dünya çapında yapılan kampanya ile 1979’da Dünya Sağlık Örgütü bu hastalığın ortadan kaldırıldığını duyurmuştur. Böylece bilim ve teknolojik gelişmelerle dünyadan bulaşıcı hastalıkların ortadan kalkacağı düşünülmüş ve yeni hastalıkların ortaya çıkacağı öngörüsü iyice zayıflamıştır. Dünya genelinde bulaşıcı hastalıkların etkisinin zayıfladığı inancına karşın özellikle sanayileşme hamlesini yapmamış ya da tamamlamamış yoksul ve az gelişmiş ülkelerde salgın hastalıklar önde gelen ölüm nedenlerinden biri olarak kalmıştır. Ekonomik ve siyasi açıdan önde gelen ülkelerde ise ölüm nedenleri içinde salgın hastalıkların etkisi iyice azalmıştır. Bu nedenle de salgın beklentisinin olmadığı bir dönemde dünya yeni bir salgın hastalık tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır.

Yeni koronavirüs salgından önceki en yakın ve etkili küresel salgın yeni bir hastalık olarak tanınan HIV / AIDS’ti. Ancak günümüzde yayılımı göreceli de olsa kontrol altına alındığından küresel bir tehdit olarak görülecek salgın kalmadığına ilişkin inanç yine yaygınlaşmaya başlamıştır. Yeni salgının toplumları böylesine hazırlıksız yakalamasının bir nedeni de salgın olasılığının zayıflamasına paralel olarak salgın hastalıklara karşı araştırma ve fonların azaltılması ve bulaşıcı hastalıklarla ilgili halk sağlığı programlarının ortadan kalkması gösterilebilir. Ancak beklentinin azalmasıyla birlikte 20. yüzyılda kentsel nüfus, kırsal nüfusa göre orantısız biçimde yükselmiştir. Geniş nüfuslu mega kentlerin oluşması bu kentlerin kaynak ve hizmetler açısından olumsuz koşullara sahip kimi bölgelerinin hastalıkların bulaşmasına uygun ortam sağlamasına neden olmuştur.

Bir yanda küreselleşmeyle birlikte kimi kentler aşırı ve plansız gelişmiş, kentlerdeki sağlıksız gecekondu bölgeleri artmıştır. Diğer yanda ise kimi kentlerde teknolojinin tüm imkânlarıyla donatılmış akıllı binalar, lüks konutlar, ulaşım imkânları gelişmiştir. Modern ulaşım ağı turistlerin, göçmenlerin, çalışanların hareketlerini kolaylaştırırken mikroplar için de hareketlilik fırsatı sağlamıştır. Tüm bu koşullar salgın hastalıkların yeniden ortaya çıkmasına ya da yeni hastalıkların görülmesine uygun ortam hazırlamıştır.  Bunda elbette ki insanların toplumsal değişimle birlikte farklılaşan yaşam tarzları etkili olmuştur. Zıtlıkları ve toplumsal gerilimleri içinde barındıran yeni toplum yaşamı, insanların karşılaştığı hastalık dağılımını/yayılımını da emsali görülmemiş bir hızla genişletmiştir ve genişletmeye devam etmektedir.

20 yüzyıl boyunca ve 21. yüzyılın başlarındaki gelişmeler geçmişten farklı sağlık koşullarını da üretmiştir. Önceden öngörülemeyen koşulların yol açtığı hastalıkların hem yapısı hem de etki alanı genişlemiştir. Bu nedenle insanlık aşılar, antibiyotikler, teşhis araçları gibi olumlu gelişmelere karşın bulaşıcı hastalıklar açısından yapısal olarak daha öncekinden de savunmasız kalmıştır. Bilim ve teknolojideki gelişmelere karşın yeni koşullar eski hastalıkların kimi zaman tekrar canlanmasına ya da yeni hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yeni koronavirüs hastalığı böylesi bir toplumsal arka planda ortaya çıkmıştır.

&

Yeni koronavirüs hastalığı 2020 yılının başından itibaren engellenemeyen bir biçimde dalga dalga tüm dünyaya yayıldı. Üstelik modern tıp, hastalığın tedavisinde güçsüz kaldı. Artan ulaşım ağlarıyla yoğunlaşan insan hareketliliği, virüsün dünyanın birçok yerine yayılmasına yol açtı. Pek çokları için adı duyulmamış bir kentte başlayan hastalık, tüm dünyayı etkileyerek pandemiye dönüştü. Sağlık sistemleri sarsıldı ve kimi ülkelerin sağlık sistemlerinin zayıflıkları gün yüzüne çıktı. Dünyanın ekonomik açıdan gelişmiş ülkeleri bile salgında ağır kayıplar verdi. Bu nedenle hastalığın yayılmasını engellemek için önlemler de hızlıca ve radikal biçimde alındı. Salgına karşı alınan önlemler toplum yaşantısının pek çok alanını etkiledi.

Yeni koronavirüs salgını toplumsal yaşamımızı nasıl değiştirdi? Bu sorunun cevabı öncelikle makro sistemlerle verilebilir. Küresel düzeyde salgınla mücadele için devletler çeşitli önlemler aldı. Bu önlemlerin başında diğer ülkelerle ilişkileri sınırlandırmak geldi. Sınır kapıları kapandı, uluslararası ulaşım kısıtlandı, ticari ilişkiler askıya alındı. Bu süreçte özellikle dezavantajlı ülkeler salgının etkisiyle ekonomik açıdan daha da zor duruma düştü. Dünya ekonomisiyle birlikte dünya siyaseti de salgından etkilendi. Aynı zamanda ülkelerin gündemi siyaset ve ekonomi olmaktan çıktı. Salgın ve salgına bağlı gelişmeler devletlerin temel sorunu olarak görülmeye başlandı. Dünyanın pek çok ülkesinde salgınla mücadele için sokağa çıkma yasağı getirildi ve karantina uygulamasına geçildi.

Salgının etkisinin artması ve karantina uygulamasıyla beraber eğitim kurumları, iş yerleri bireylerin toplumsal yaşama katıldıkları, kamusal yaşamın bir parçası hâline geldikleri yerler geçici süreyle kapatıldı ya da “sosyal mesafe” ye uygun biçimde düzenlendi.  Okullar, akran grupları, iş arkadaşları bireylerin toplumsallaşmasında etkili tüm bu unsurlar askıya alındı. Yüz yüze ve karşılıklı iletişim olmadığı için toplumsallaşmanın işlevi de kaçınılmaz olarak geçici süreyle zayıfladı. Virüsten korunmak için ülkeler gibi insanlar da kendi sınırlarına çekildi. İnsanlar için bu sınırı belirleyense evlerin metrekaresi oldu. Ev dışında geniş alanlara yayılabilen insanlar arası etkileşim, kapanmayla birlikte evin metrekaresinin içine sığdırıldı. Dışarının içeriden yönetilmeye çalışılması, evin olağan kullanımını değiştirdi. Evin barınma işlevi, insanların evle kurdukları ilişki biçimi değişti. “Hayat eve sığar.” dendi oysa bu süreçte hayatın evden çok daha büyük olduğu anlaşıldı.

Günümüzün toplum yaşantısı bireylerin sağlık, eğitim, yeme içme, tüketim gibi ihtiyaçlarını ev dışında gerçekleştirebilmesi üzerine kuruludur. Salgın, bu düzeni yerle bir etti. Dışarısı olmadan içerinin anlam yitimine uğradığı anlaşıldı. Dahası karantina süreci gündelik yaşamın bölünmüş alanlarını birleştirdi. Bu dönemde insanların evlerine çekilmesiyle ortaya çıkan durum, özellikle aile içi iletişimi pekiştirmeye olanak vermesinin yanında toplumsal yaşamın kurucu unsurlarını dışlanmış oldu.

Yaşam alanları evlerle sınırlı olunca tüketim biçimleri de değişti. Daha önce tüketim alışkanlıklarının bir parçası olmayan sağlık ürünleri temel ihtiyaçlar arasına girdi. Bu gibi ürünler gündelik hayatın bir parçası oldu. Pek çok mağaza ve alışveriş merkezi kapatıldı. Temel ihtiyaç maddelerinin alınması için online alışveriş uygulamaları kullanılmaya başlandı. Özellikle kargo firmaları bu dönemde online alışverişin artmasıyla talebi karşılayamaz hâle geldi. Kısacası pandemi, alışveriş yapma biçimimizden eğitime varıncaya kadar hayatımızı farklılaştırdı. Barınma, dinlenme, alışveriş, çalışma gibi gündelik yaşamın farklı nitelikteki kesitleri/işlevdeki bölümleri aynı zaman dilimine sığdırıldı. Zaman ve mekân algısı aşındı.

Karantinanın yol açtığı bir başka durum ise salgın sürecinin uzamasıyla toplumsal farklılıklar ve eşitsizliklerin görünür hâle gelmesi oldu. Özellikle “beyaz yakalı” hizmet sektörü çalışanları hayatlarını bir süre evde sürdürebilecek güce sahipken kol gücüyle çalışanlar, esnaf ya da kısa dönemli işlerde çalışanlar ekonomik açıdan zor bir döneme girdi. Kapanma dönemini kimisi bir odalı evlerde kimisi bahçeli konutlarda geçirdi. Benzer biçimde kimisi birkaç aylık yiyecek stoku yaparken kimisinin gücü ise ancak birkaç güne zar zor yetti. Bu nedenle özellikle ekonomik ve sosyal ayrımlar derinden hissedildi. Pek çok kişi birikimlerini, iş ve gelirlerini kaybetti. Aradaki eşitsizlikler keskinleşti. Üstelik evlere çekilen insanlar için evler de eşit imkânlar sunmadı. Düşük ya da orta gelirli kimi ailelerin evlerinden dijital hizmetlerden yararlanmaları da kolay olmadı. Dijital platformlardan çeşitli film ve dizileri izlemek, online oyunlar oynamak, sosyal çevreyle internetten sohbet etmek, online eğitimlere katılmak, spor yapmak ya da müzeleri, parkları sanal turlarla gezmek evdeki teknolojik donanımla doğrudan bağlantılıydı. Bu nedenle ev, herkes için eşit biçimde konforlu bir alan olmadı.

Karantina ve sokağa çıkma yasaklarıyla evlerin işlevi, ev içi yaşantı böylesine değişirken toplumsal ilişkiler de değişti. Toplu ziyaretler, topluluk hâlinde yapılacak tüm etkinlikler kısıtlandı. Kültür-sanat gösterileri iptal edildi, spor müsabakaları ertelendi. İnsanların topluca bulunacağı restoran, kafe gibi yerler kapatıldı. Diğeriyle ilişki “sosyal mesafe” denilen sanal bir çizgiyle sınırlandırıldı. Toplumsal etkileşim bu sanal mesafeyle azaltıldı. Sosyal mesafe uygulamasının toplumsal sonuçlarına bakalım: Dünya Sağlık Örgütü sağlığı, sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, aynı zamanda fiziksel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hâli olarak tanımlamıştır. Sosyal iyilik hâli aile başta olmak üzere toplumsal ilişki ağlarını ifade eder. Fiziksel yönden iyi olmak tam bir iyilik hâline kavuşmak için yeterli değildir. Sosyal ilişkilere, sosyal ağlara dahil olmak gereklidir. Ev içine çekilme, sosyal ilişkilerin sınırlandırılması, neredeyse yüz yüze yakın ilişki kurulabilecek ortak alanların yok olması elbette toplumsal dayanışmayı etkiledi.  Aynı zamanda hastalığın yayılma sürecinde insanlar arası doğrudan etkileşimli sosyal ilişkiler azaldı ya da tamamen ortadan kalktı. Özellikle hastalık durumunda toplumsal ağlar hastalığın karşılanmasında ve aşılmasında etkili olma işlevini yitirdi. Hastaların izole edilmesi, hastalığın tedavisinde sosyal ağların güçlü desteğinden uzak kalınmasına neden oldu.

Salgınla ilgili olarak ele alınabilecek bir konu da toplumsal damgalamadır. Yeni koronavirüs hastalığı bağlamında damgalama iki açıdan ele alınabilir. Çin’in Wuhan kentinde salgının başladığı düşünüldüğü için uzak doğu kökenli kişilerin damgalanmasıyla karşı karşıya kalındı. Ayrıca Çin’in yemek kültürünün salgına yol açtığı düşünüldüğünden dolayı Çin kültürünü aşağılayıcı tepkiler söz konusu oldu. Kısacası hastalık potansiyeli yüksek olarak görülen ya da hastalığı yaydığı düşünülen kişiler toplumsal yaşamda şüpheyle karşılandı. Damgalamanın bir başka boyutu da yaşlılar üzerinden yaşandı. Özellikle risk grubunda olan yaşlılar her gün hastalık ve ölüm olasılığına karşı uyarıldılar. Onlar da hastalığın potansiyel taşıyıcıları olarak görüldüler. Bu durumsa toplumsal hayatın içinde yaşlıların konumlarının sorgulandığı bir dönemi başlattı.

Olumsuzluklara karşın salgının toplumsal açıdan kimi olumlu tutumların gelişmesine yardımcı olabileceği de düşünülebilir. Yeni koronavirüs hastalığı tüm dünyanın ortak sorunudur. Toplumsal farklılıkları bir kenara bırakıp salgına karşı ortak tutum geliştirme, küresel düzeyde yardımlaşma, dayanışma olasılığını da arttırmaktadır. Salgına karşı ortak uluslararası bilinç ve tutum salgının ilerlemesinin önünde engel oluşturacaktır. Bununla birlikte böylesi bir bilinç doğal kaynakların hızla tükendiği, küresel ısınmanın arttığı bir dönemde insan-toplum-doğa ilişkisinin sorgulanmasına ve yeniden oluşturulmasına olanak verebilir. Sonuç olarak dünyanın bağışıklığı olmadığı yeni bir salgın hastalık (Kovid 19) toplum tarihini etkileyen ve değiştiren hastalıklar arasında yerini şimdiden aldı.

Yeni koronavirüs salgını, öncesi ile sonrası arasında derin farklar oluşturdu.  Salgına karşı alınan önlemler toplumsallaşma süreçlerini de karantina altına aldı. Öyle ki yeni yaşam, hareket kısıtlılığı ve fiziksel teması azaltma üzerine kuruldu. Tıp biliminin yönergeleriyle toplum yaşamının “yeni normal” leri belirlendi ve bunlara göre toplumsal alanın inşası hâlen sürmektedir. Burada ortaya çıkan önemli soru şu: Yeni yaşam pratikleri toplum yaşamını kalıcı biçimde değiştirecek mi?

Pek çoklarının bu soru karşısındaki beklentisi salgının toplumsal hayatı değiştireceği yönünde olmasına karşın toplumun “manevi kültür” ögeleri böylesi bir değişim için engel oluşturacaktır. Özellikle kültürel açıdan güçlü olan toplumların değişime karşı direnci yüksek olacaktır. Ayrıca şunu da unutmamak gerekir: “Yeni normal” hayatlarımıza çok hızlı girdi. Oysa toplumsal alışkanlıkların kalıcı biçimde değişmesi aniden gerçekleşmez, toplumsal değişimin gerçekleşmesi için zamana ve kültürel yapıda çözülme gibi farklı pek çok dinamiğe ihtiyaç vardır. Türk toplumunda da salgın sürecindeki değişime karşı bir direncin olduğu “normalleşme” sürecinde açıkça görüldü. “Normalleşme” sürecinin başlamasıyla birlikte yerleşik eski toplumsal alışkanlıklarımıza hızla geri dönüldü. Türk toplumu gibi yüz yüze ve yakın ilişkilerin olduğu bir toplumda içe kapanma, mesafe koyma uygulamasına alışılması sancılı olarak hâlen sürmektedir. Ancak salgının çözüm süreci uzarsa “yeni normal” toplumda kabul görerek toplumsal alışkanlıkların değişmesine, yaşam tarzının dönüşmesine, toplumsal yapımızın kimi bileşenlerinde değişikliğe neden olabileceği de bir gerçektir. Şu anda geleceğe ilişkin belirsizlikler sürmektedir. Burada bize düşen ise “yeni normal” in el yıkama ya da maske kullanmaktan öte toplumsal bir sürece karşılık geldiğinin farkında olarak yaşamlarımızı sürdürmektir. Bu sürecin olumsuz etkilerini gidermek için toplumsal değerlerin ve dayanışmanın, ortak bilinç, ortak tavır, ortak sorumlulukların önemini unutmamaktır.